Lyktan
S
?
Peter Handke’nin 1967 tarihli post-dramatik oyunu Kaspar’da, Kaspar karakteri neredeyse tamamen dilsiz bir şekilde sahneye atılır ve bir ”dil işkencesi”ne tabi tutulur. Didem Yıldırım oyunu tekrar okudu ve çağdaş dünyanın oyuna nasıl yeni anlamlar yüklediğini gördü.
Peter Handke, diğer bir isminin ‘Dil İşkencesi’ olabileceğini söylediği Kaspar oyununu yazarken, 1800’lü yıllarda Almanya’da yaşamış Kaspar Hauser adlı bir kişinin gerçek hikâyesinden esinlenir. Kaspar Hauser, 16 yaşındayken bulunduğundunda, tek bir cümle dışında hiçbir şey söyleyemezken, zaman içinde konuşmayı, okumayı ve yazmayı öğrenir.
Oyunda, aniden sahneye fırlatılmış ya da oracıkta sahneye doğuvermiş, nereden geldiği, bu yaşa kadar konuşmayı ve çocukluk döneminde doğal olarak öğrenilen diğer basit şeyleri neden öğrenemediği konusunda hiçbir şey bilmediğimiz Kaspar karakterinin, dil aracılığıyla uğradığı işkenceye tanıklık ederiz. Oyun boyunca Kaspar’a dille yapılan bu zulmün amacı temelde ona dil öğretmek gibi görünür. Oysa beyin yıkayıcı suflörlerin asıl amacının, dil aracılığıyla Kaspar’ın zihnine ulaşıp, ona ilk önce düşünmeyi öğretmek, ardından düşündüklerini düzene sokmak ve elbette bu sayede de davranışlarını kontrol ederek, Kaspar’ı da sıradan çoğunluğa eklemlemektir.
Oyunda, dilin yapısını, işleyişini ve etkisini inceleyip, dilin insan davranışları üzerindeki belirleyici etkisini ve dilsel şiddeti işleyen Handke’nin bu oyun için yarattığı Kaspar adlı karakter, oyunun başında kendisini ifade edeceği bir dil bilmediği gibi yürümekte de zorlanmaktadır. Dil bilmeyen Kaspar’ın sahnedeki acemi adımları, onun herhangi bir davranışı dizimsel bir şekilde gerçekleştirebilme bilgisinin olmadığını gösterir. Kendisine dil öğreten suflörler yardımıyla kelime hazinesi gelişen ve duyduklarına anlam vermeye başlayan Kaspar’ın adımları da böylece cümleleri gibi düzene girer. Örneğin, yürümeyi çok iyi bildiğinden şüphe etmediğimiz suflörler, bu durumu Kaspar’a kurdukları çok iyi cümlelerle şöyle anlatır: “Cümle olmaksızın hiçbir nesneyi göremezsin. Cümle olmadan ayağını diğer ayağının önüne atamazsın. Son adımında cümleyi söylediğin için cümle ile hatırlayabilirsin ve cümleyi söylediğin için de son adımını hatırlayabilirsin.”
Oyundaki suflörlerden birisi Kaspar’a “sen bir cümlesin ve kendinden sayısız cümleler oluşturabilirsin” der. Oyunun başında, sadece nasıl öğrendiğini ya da nereden bulduğunu bilmediğimiz şu paradoksal cümleyi duyarız Kaspar`dan: “Bir başkasının bir zamanlar olduğu gibi birisi olmak isterdim.” Başlangıçta tek bir cümleden ibaret olan Kaspar, oyun ilerledikçe suflörler yardımıyla kendisinden onlarca cümle daha üretmeye başlar. Üstelik cümlelerle nasıl düzen kurulduğunu ve bu düzenin nasıl işlediğini de keşfeder.
Kaspar’ın düzene ilişkin bu düşünceleri, dil öğrendikten sonra onun eylemleriyle koşut bir biçimde ilerler. Bilinç düzeyi oldukça yüksek cümleleri ile Kaspar bunu şöyle dile getirir: “Konuşabildiğimden beri düzenli olarak kalkabiliyorum; ama konuşabildiğimden beri düşmek ilk defa acı veriyor; acı verme üzerine konuşabildiğimi fark ettiğimden beri, düşüşteki acı o kadar da önemli değil. Ama düşüşüm üzerine (insanların) konuşabileceklerini bildiğimden beri benim için düşme iki kat daha kötüdür; acıyı unutabileceğimi bildiğimden beri düşme hiç ama hiç acı vermiyor; düşmekten utanabileceğimi bildiğimden beri acım hiç dinmiyor.”
Handke Kaspar’da dili bir performans olarak mercek altına alır ve geleneksel dil algısını ve işleyişini sorgular. Bir oyun kişisi olarak Kaspar taşıdığı özelliklerle, teatral zulümle yeniden şekillendirilmek için kusursuz bir malzemedir. Oyunda teatrallik ve zulümle işleyen despotik kontrol, kendisini dil aracılığıyla karaktere kabul ettirir. Kaspar, kekeleyerek başladığı dil öğrenme sürecinden, havalı cümleler kurabilen fakat sıradan ve bir anlamda tutsak birisi olarak çıkar.
Yıllar önce Kaspar metnini ilk kez okuyup ve etkilendiğimde henüz bir göçmenlik deneyimin yoktu ve dillerle genel anlamda daha farklı bir ilişkim vardı. Bugün baktığım yerden metnin, dil öğrenimi ve entegrasyon üzerinden yeni bir okumasını yapabiliyorum. Avrupa’nın hemen her yerinde halihazırda uygulanan ve muhtemelen yakın gelecekte İsveç`te de uygulanacak olan dil sınavlarının kol gezdiği bir dönemde Kaspar metninin müthiş bir geçerliliği olduğunu düşünüyorum. Entegrasyon olgusunun temel taşlarından birisi olan dil ediniminin en önemli amaçlarından birisi de kişinin düşüncelerini, dolayısıyla adımlarını düzene sokmak ve onu içinde bulunduğu yeni topluma uyumlamak olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, oyunda gerçekleşen dil işkencesinin bu durum için mükemmel bir metafor. Aniden sahnenin orta yerine atılan ya da oracıkta ”doğuveren’ Kaspar karakterinin, kendisini bir anda dilsiz ve beceriksiz bulması gerçeği, bu yeni ülkede kendini, dilsiz, bilgisiz ve işe yaramaz hisseden bir mülteciden çok da farklı değil aslında ne yazık ki.
Didem Yıldırım • 2024-02-23 Didem Yıldırım, Türkiyeli sergi yapımcısı ve dramaturg. Çoğunlukla güncel sanat, tiyatro ve kültür üzerine yazılar yazıyor.